BENİM DİZLERİM KANADI DİLARA (5)
Yeniden başlamak… Hangi olay gelip yerleşmişse kaygılarıma ve sonuçsuz kalmışsa bütün eylemlerim, bu nihayetsiz oluşumların getirdiği ön yargılarda gizliydi. İnsan hayatını kamufle etmekte ustalık gösteren bir yolcuydu. Bir cesedin üstünü örter gibi örterdi yaşadıklarını. Denizin balıklarını gizlediği gibi gizlerdi kaygılarını. Güneşin karanlığı boğması gibi boğardı örselenmişliklerini. İnsan hayatı nihayetsizliğe sürüklenmeye görsün, yıkımı göze alırdı da yinede gizlerdi asıl var oluşunu. Oysa olumsuzluğa demir atmış oluşumlarda gizlenen hayat iksirini tatmak gerekliydi.
Ben içmiştim senin ellerinden zehirli içkimi, uyuşmaya başlamıştı eylemlerim. Aklın egemenliğini yitirmesiyle şekillenir olmuştu yaşamım. Ne yaşadıklarım nede yaşayacaklarım geçit vermeden güzelliklere, sürdürmeye başlamıştı düşüncelerimi…
Yonttuğum bir heykeldi oysa ruhum... Toparlanmadan yıkanlar arasına sende dâhil olmuştun. Oysa tek istediğim, gözlerine bakabilmekti korkmadan, sessizce… Sen ise yine sessizliklerde kayboldun…
Sebepsiz oluşumların ardındaki sır, bir duygu berraklığı ve loş ışıklar ardına gizlenmiş gölgeler çıkardı gün yüzüne. Dilara ise karanlıklar yolcusuydu. Yavaş yavaş aralanmaya başlamıştı güneşin kapıları. Çınarların yağmur karışımlı taşra kokusu sarhoş ederdi buğulanmış simaları. Aynaların yüzeyine çizdiğim gölgelerden ibaret bir hayat hikâyesi düşmüştü dillere. Bandırıyordum şimdi parmaklarımı şekilsiz siluetlere. Dalga dalga dağılan azaları karışmıştı bir hafif dokunuşumla, sonrasında başa dönmek kaçamadığımız bir gerçekti. Eylül sarartmıştı ağaçlarımı. Yapraklarım sana gelip canlanmak isterdi oysa. Oysa Dilara kapılmıştı hazanın esintisine. Hırçın bir rüzgâr sarsa da ruhumu bakışlarıyla alıyordu cananımı. Dilara can veriyordu. Ucundaydı uçurumun. İradem sıfırlanmıştı işte. Tanrı bırakmıştı kaderimi. Belli ki kızgınlığının acısını çıkarmaya niyetlenmişti. İradem yoktu, belliydi. Kader terk etmişti hayatımı sefildi. Tanrı küskündü, Dilara verecekti son nefesini. Gün aydınlanmaya başlamıştı oysa.
Tutmuştum ellerini usulca… Bakmıştım gözlerine yavaşça… Terk etmişti aşkımı Ruhenâ…
Şimdi ben Dilara, düştüm… ‘Dizlerim kanadı Dilara... Düştüm, kaderin ara sokaklarında kayboldum, ara ara gelip yerleşmişse de hayalime sessiz bir Ruhenâ, benim dizlerim kanadı Dilara…’
Bakışlarımdaki mananın büyüsünden mutlu olmalıydın sen! Aynalarda titreyen gölgemin varlığından da. Dalgaların derinliği ile gelen ışıklar, aydınlatmalıydı beyninin yıkımlarını. Geçmişe dair bütün izlenimlerin değişmeliydi. Oysa Dilara can veriyordu, yoktu haberin…
Gün ilerlemişti… Saat an’ın 03.35’i… hayat mücadelem devam ediyordu. Ve iplerim Tanrının elinden kurtulma mücadelesi verirken, Tanrı halat misali atmıştı kemendi boğazıma sıktıkça sıkıyordu. Kurallar, yasaklar ve kederlerle dolu bir hayat yüzünü dönerken Dilara’ya, diğer taraftan iradem gerilip karşıma kahkahalarla gülüp; ‘ ben kaderin gülen yüzlü çocuğuydum, hep elde ettiğini zannetti garip insanlar! Oysa şımartan beni, Tanrı’nın ta kendisiydi…’ diyordu. Özgürlüğe aralanmış her kapı suratım da patlayan bir darbe gibiydi, kızarttıkça kızartıyordu. Hayal kapılarım ise daima açık kalan ikiyüzlü bir hayaletti… Mutluluğumu haykırırken sana, bana gelip yaşamımdan şikâyet ediyordu…
Şimdi…
Yüreğimi kaplayan bir acayip özlemlerle doluydu. Bir deniz kokusu ve bir martı çığlığı kadar ihtiyacım olan sessizliklerdi. Cesetlerden mütevellit bir dünyada, herkes yaşamaktan dem vururken hayâsızca, nefes alacak kadar bir mekânın özlemiydi ruhumu saran. Dünyada aidiyet arzusunun kâfi gelmeyecek boyutlarında yol alırken ben, Dilara kayboluşumun ifadesiydi… çatı katında gizlenmiş hayat yolculuğumda, kapı eşiğine uzanmış ucube kişiliğim arasındaki fark siyah ve beyaz kadar uçuruma taşıyordu varlığımı.
İpek böceklerinin titizliğince yaşanmalıydı hayat. Kaygan, ince ve kusursuz bir kumaş gibi örülmeliydi aşk. Renkleri ise sonradan oluşturulmalıydı… İpek böcekleri renksizdi…
Dilara artık nefes almıyordu… Dilara… Dilara… Dilara…
AYŞE BÜŞRA ERKEÇ…
0 yorum:
Yorum Gönder